Gönderen Konu: Atatürk’ü Tarih Araştırmaları Yapmaya Yönelten Nedenler  (Okunma sayısı 1560 defa)

  • Kurucu
  • Profesyonel
  • *
  • İleti: 11303
  • Konu Sayısı: 405
  • Teşekkür Puanı : 1563
  • forumsonbahar
 Atatürk’ü  Tarih  Araştırmaları  Yapmaya  Yönelten Nedenler

1.  Batılı Tarihçilerin İddiaları

a.  Türklerin Sarı Irktan Oldukları İddiaları

Avrupa’da  yeniçağ sonlarında dünyadaki insanlar ileri ve geri zekâlı olarak çeşitli tasniflere tabi tutuldu. İddia sahiplerine göre en zeki ırk beyaz ırk idi. Ardından sarı, siyah, kızıl ırka mensup olanlar geliyordu. Bu konuda yapılan araştırmalarda, Türklerin sarı ırka mensup olduğu iddia edilmeye başlandı. Türklerin sarı ırktan olması demek, zeka yoksunu olması anlamına geliyordu.  Cumhuriyet yıllarına kadar ülkemizde ciddi bir antropolojik çalışma yapılmadığından, bu iddiaya karşılık verecek bilim adamları yoktu. Batılı tarihçilerin çalışmalarını kullanan bazı yerli yazarlar da Türklerin sarı ırka mensup olduğunu savunmaktaydılar. Konuyla ilgili olarak Afet İnan’ın anlattıkları şöyledir: “1928 yılında, Fransızca coğrafya kitaplarının birinde, Türk ırkının sarı ırka mensup olduğu ve Avrupa zihniyetine göre ikinci  nevi bir insan tipi olduğu yazılı idi. Kendisine gösterdim. Böyle midir? Dedim. “Hayır, olamaz, bunun üzerinde meşgul olalım. Sen çalış” dediler.  Tüm bu yanlış anlamaları ve suçlamaları reddetmek üzere Türk ırkının mensup olduğu ırk gurubunu tespit için geniş çaplı araştırmalar başlamıştır. Atatürk, yoğun tarih araştırmalarının ilk sonuçlarını 1930’daki Türk Ocakları Kurultayı konuşmasında açıklamıştır. Hemen ardından da 15 Nisan 1931’de Türk Tarih Tetkik Cemiyeti kurulmuştur. 1937’de Afet İnan tarafından bu konuda bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı kafa ölçümü yapılarak Türk ırkının beyaz ırka mensup olduğu kanıtlanmıştır. Ancak Batılı tarihçiler yapılan çalışmalara ve tezlerinin defalarca çürütülmesine rağmen, günümüzde dahi Türklerin sarı ırktan olduklarını iddia etmekten vazgeçmemişledir.



b. Türkler Hakkındaki  Olumsuz Düşünceler

Antropolojik iddialar Türklerin medeni gelişmeden uzak olduğunu açıklamaya yetmemiştir.  Antropolojinin bıraktığı boşluğu, Batılı tarihçiler ve siyasetçiler tarafından çok beğenilen ve takdir gören Adam Smith doldurmuştur. Smith  insanlık tarihinin avcılık, hayvancılık, tarım ve ticaret olmak  üzere dört aşamadan geçtiğini iddia etmiştir. O Siyah Afrika  ve Kuzey Amerika yerlilerinin avcılık aşamasında, Orta Asya halklarının göçebelik aşamasında ve Doğu dünyasının büyük bölümünün  tarım aşamasında olduğunu belirtmiştir. Sadece Batı Avrupa’nın dördüncü ve son aşamada olduğunu kabul etmiştir. Smith’in iddiaları sonucu dünyanın Avrupa dışındaki tüm bölgelerinin medeniyetten  yoksun olduğu kabul edilmiştir. Batı, dünyanın geri kalanını medenileştirmek amacıyla harekete geçmiş ve medeniyet karşılığında dünyayı sömürge haline getirmiştir. İddiaya göre Türkler ya ikinci ya üçüncü gruba dahil edilmişlerdir. Bu yüzden Türkler ve Türk Devleti olan Osmanlılara da medeniyet götürülmesi ve öğretilmesi gerekmiştir. Batı bu düşünce ile  1920’lere kadar ilerlemiş, ancak Türk milleti karşında istediği başarıyı elde edememiştir. Braudel’in yerinde tespitiyle bir tek Türkiye ortak kaderin dışında kalmıştır. Mustafa Kemal’in gösterdiği ani ve parlak tepki hem bağımsızlığı sağlamış hem de diğer İslâm ülkelerine örnek olmuştur.



Yukarıdaki iddiaların yanında psikolojik bir takım unsurlar da Türkler hakkında olumsuz yargıların doğmasına yol açmıştır. Osmanlı topraklarını gezen bazı seyyahlar, Türklerin kötülüklerinden ve barbarlıklarından bahsetmişlerdir. Onların bu düşünceleri milletlerine  mal olmuş  ve Türklerin Batı kamuoyunda “barbar, cahil, kaba saba” insanlar olarak algılanmasına yol açmıştır. Örneğin XVIII. Yüzyılın sonlarında Mısır’ı gezen Fransız seyyah Volney, Mısır’ın ve Mısırlıların zorba ve zalim Türklerden kurtarılması gerektiğini açıkça yazmakta hiç bir sakınca görmemiştir. Cahen’e göre bu nefretin nedeni Osmanlıların başka herhangi bir  doğu milletinden çok daha fazla Avrupa ile savaşması ve Hıristiyanlığı tehdit etmesinden kaynaklanmıştır. Cahen’in tespiti Cumhuriyet’in ilk yıllarında hazırlanan lise tarih ders kitaplarının önsözünde belirtilmiştir. Eserin girişinde “1000 yıldan fazla süren İslâmlık-Hıristiyanlık davalarının doğurduğu husumet duygusile mutaassıp müverrihler bu davalarda asırlarca İslâmlığın pişdarlığını yapan  Türklerin tarihini kan ve ateş maceralarından ibaret göstermeğe savaştılar…” denilerek uzun mücadelenin olumsuz sonuçlarına atıfta bulunulmuştur. Bu uzun ve yıpratıcı mücadele sonucunda Avrupa’nın gözünde Türklükle ilgili her şey Hıristiyanlara baskı yapan, zorba, kötü ve tiksinç  bir kavram haline gelmiştir. Batı aydınının yeni ve yakınçağlardaki düşüncesi XX. yüzyılda da değişmemiştir. Balkan savaşları esnasında Fransa’da haçlı zihniyetini yansıtan türde basılan kartpostallar, İngilizlerin Çanakkale’ye savaşmaya gelirken ki düşünceleri, tıpkı bir önceki yüzyıldaki gibidir. Yüzyıllardan beri İslâmın dinamizmini temsil eden Türk, saldırganlık ile bir tutulmuştur. Buna karşın Hıristiyan alemi baştan başa kin ve intikam dolu telkinlerle beslenmiştir. Onlara göre, “Türk, Hıristiyan milletlere zorla boyunduruk geçirmiş, her türlü medenî vasıf ve kabiliyetten yoksun, aşağı sınıftan bir insandır, atının ayak bastığı yerde ot bitmez; uygarlık düşmanı, kötülük kaynağıdır ve medenî milletler arasında onun yeri yoktur.”  İngiliz başbakanı Gladstone, “Dünya yüzünden Türklerin kötülüklerini kaldırmanın bir tek çaresi vardır ki, o da dünya yüzünden  kendi  vücutlarının kaldırılmasıdır” demekten kendini alamamıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Türk milletine karşı takınılan tavır yüzyıllardan beri beslenen bu düşüncelerin  eseri olmuştur.



Bu iddialara ilâveten, XX. yüzyılın ilk yarısının sonlarına kadar  batılı araştırmacılar Türklerle Moğolları birbirinden farklı düşünmemişlerdir. Batılı araştırmacıların, Türklerle Moğolları aynı ırkın mensubuymuş gibi kabul etmelerinin  nedeni, her iki milleti de sarı  ırka mensup görmelerinden kaynaklanmıştır. Bu düşüncenin sonucunda  Moğollar tarafından yapılan katliamların tamamı Türklere mal edilmiştir. Türkler medeniyet düşmanı kan içici insanlar olarak gösterilmiştir.  Moğol katliamlarından en fazla etkilenen ve acı çeken millet Türkler olmasına rağmen, Batılılar tarafından kendi milletlerini katleden  bir duruma düşürülmüşlerdir.  Halbuki Batılar bu katliamlara ne maruz kalmışlar ne de Moğollarla karşılaşmışlardır. Sadece doğudan  gelen korkunç haberler karşısında korkmaktan başka bir şey yapmamışlardır.  Çünkü Moğollar hiç bir zaman Orta Avrupa’dan öteye geçmemişlerdir. Mustafa Kemal bu iddia ve saldırılara bir cevap verilmesini istemiştir. Bu yüzden Cumhuriyet dönemi tarihçilerinin ilk üzerinde durdukları mesele Türklerin ve Moğolların ayrı birer ırk olduğunu ispatlamak olmuştur.



c. Anadolu Üzerindeki Hak İddiaları

Anadolu üzerindeki hak iddialarının kaynağı 1071 tarihinde Anadolu kapılarının Türklere açılmasıyla başlamıştır. Türkler önce Anadolu, ardından Trakya, Balkanlar ve tüm Orta Avrupa’yı  ele geçirmişlerdi. Özellikle Türklerin İstanbul’u fethiyle başlayan korkular, Viyana’yı kuşatmasıyla en üst noktasına tırmanmıştı. Batı için Türkler mutlaka durdurulması gereken bir güç halini almışlardı. Batı  bu fırsatı 1683’teki II. Viyana bozgunuyla yakaladı. 1683 zaferi Türklere karşı kazanılmış sıradan bir askerî başarı değildi. Türklere karşı elde edilen başarı, bir halkası günümüze kadar gelen Şark Meselesi’nin de en önemli halkasını oluşturmaktaydı. Şark Meselesi dahilinde hazırlanan plana göre, Türkler önce Avrupa’dan, ardından Balkanlardan atılacak, İstanbul alınarak kadim Bizans yeniden tesis edilecek, daha sonra ise Türkler bütün Anadolu’dan kovularak geldikleri yere yani Orta Asya’ya gönderilecekti. Bu plan her fırsatta gerçekleştirilmeye çalışılmış ve tavizsiz bir biçimde uygulamaya konulmuştur.



Şark Meselesi’nin bir parçası da Yunan Devleti’nin kurulmasıdır. Kurulan yeni devlet hemen Anadolu ve İstanbul üzerinde hak talep etmeye başlamıştır. Yunanlılar, Anadolu üzerindeki hak iddialarında tarihi kullanmışlar ve eski Grek ve Bizans’ın kültürel varisi olduklarını iddia etmişlerdir. Batı’da yapılan araştırmalarla da Yunanlılar desteklenmiştir. Türkiye’de eski Anadolu medeniyetlerini  araştıran bir kurum olmadığından Yunanlıların iddialarına yeterli cevap verilememiştir. Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eski Anadolu medeniyetleri araştırılmış ve önemli başarılar elde edilmiştir.



Yunanlılardan sonra Anadolu üzerinde hak talep eden ikinci millet ise Ermeniler olmuştur. Ermeniler  Doğu Anadolu Bölgesi’nin kendi toprakları olduğunu   iddia ediyor, bunu ispat etmek için bir takım tarihi  deliller öne sürüyorlardı.



Gerek Yunanlılar gerekse Ermeniler hedeflerine ulaşabilmek için son noktayı Sevr Antlaşması ile koymak istemişlerdir. Ancak Türk milletinin  bağımsızlık mücadelesi ile emellerine ulaşamamışlardır. Tam tersine  Anadolu’nun Türk yurdu olduğu ve öyle kalacağı Lozan’da tüm dünyaya kabul ettirilmiştir.



2. Millî Şuur ve Millî Tarih Oluşturma Gerekliliği



Cumhuriyet Türkiyesi’nin  milli bir sınırı vardı. Ancak halkın büyük kısmında milli bir düşünce yapısından söz etmek mümkün değildi. Osmanlı Devleti’nde millet kavramı dini topluluklara karşılık gelmekte ve herhangi bir etnik anlam taşımamaktaydı. Savaşlardan yeni çıkmış, o zamana kadar imparatorluk bünyesinde yaşamış, kendini milliyetinden önce diniyle tanımlayan bir millete, milli bir kimlik kazandırmak ve Anadolu’nun vatan olduğunu, geçmişin fetihçi anlayışının terk edildiğinin anlatılması lazımdı. Bu yeni durum halka en iyi tarih kullanılarak anlatılabilirdi.  Bu yüzden Türk milli temeline dayanan üniter  bir yapılanmayı kabul ettirmek ve benimsetmek işlevini tarih üstlendi. Bu işlevin ne denli zor olduğunu anlamak için dönemin aydınlarının imparatorluk ve milli devlet kavramlarından ne anladığına bakmak yeterlidir. Konuyla ilgili olarak Falih Rıfkı şunları yazmıştır; “Bizden Belgrad’ı aldıkları zaman, düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak:—Ne hacet, dedi, İstanbul’u da size verelim. Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girid’i ve Medineyi  bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz  sanıyorduk.” O, devletin küçülmesiyle ilgili olarak bunları düşünürken milli bilinç ve milliyetçilik  konusunda daha sert ifadeler kullanır. Arapların dahi Türklerden önce Araplık bilincine ulaştıklarını buna karşın Türklerin hâlâ bu bilinçten yoksun olduğunu ifade eder. Onun Osmanlı Devleti hakkındaki düşünceleri ise şöyledir: “İmparatorlukların sanatı sömürge ve milliyet işlemektir. Osmanlı İmparatorluğu, Trakya’dan Erzurum’a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memeleri sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal idi.” Görüldüğü gibi o devletin bir nevi sömürge olduğundan yakınmaktadır. Aynı tespit Balkanlar için de geçerlidir. XX. yüzyıl başlarında bir çok Türk Arnavut milliyetçiliği rüzgârına kendisini kaptırarak kendisini Arnavut olarak nitelemiştir. Bu gelişmelere bizzat şahit olan son dönem Osmanlı aydınları,  halka milliyetçilik şuurunun verilmesini gerekli görüyorlardı. Çünkü devlete bağlı bütün azınlıklar milli şuura erişerek bağımsızlıklarını elde etmişlerdi. Türkler ise kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor ve  milliyetlerinden bahsetmiyorlardı. Bu ümmetçi anlayışın bir an evvel yıkılarak Türk kimliğinin oluşturulması acilen  gerekliydi.



3. Cumhuriyet Öncesi Tarih Araştırmalarının Yetersizliği

Cumhuriyet öncesinde tarih yazıcılığı vakaların günü gününe kayıtlarından ibaret olup, bu yazın türünde herhangi bir yorum ve eleştiriye rastlamak mümkün değildir. Anlatılan olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurulmamış, yorum yapılmamış, olaylar eleştirilmemiş, yararlanılan kaynaklar gösterilmemiştir. Eserler nakilci-hikâyeci tarzda kaleme alınmışlardır. Gerek devletin maaşlı memurları olan vakanüvisler, gerekse özel tarih yazarları bu kalıpların dışına pek çıkmamışlardır. Resmi tarih kayıtlarının yanında sadece  bir sefer veya olayın konu edildiği eserler de  yine aynı metotla kaleme alınmıştır.   Bu eserlerin hemen hemen tamamında yöneticiler tarafından verilen her karardan övgüyle bahsedilmiş ve kimi zaman üzücü hadiseler yazarlar tarafından görmezlikten gelinebilmiştir.



Cumhuriyet öncesi  tarih yazarlarını iki grupta ele almak mümkündür. Birinci gurupta yer alanlar velinimetleri kabul ettikleri insanları yüceltmişler, bu nedenle bir çok olumsuz olayı görmezlikten gelerek eserlerine dahil etmemişlerdir. İkinci guruptaki yazarlar ise elitler arası politik mücadeleleri kaybetmiş kişilerden oluşmuştur. Bu guruptakiler iktidar yolunu kendilerine tekrar açmak  veya hiç değilse politik mücadeleyi kazananların gücünü kırmak amacıyla taraflı ve karanlık politik çürüme öyküleri yazmışlardır. Bu nedenle yazılanların çoğu zaman sorgulanması gerekmiştir.



Yazarların kullandıkları metot eksikliği ve kişisel  zaafları yanında, kaleme alınan eserlerin büyük bölümünde Türk tarihine ilişkin her hangi bir kayda rastlamak mümkün değildir. Eserler ya Osmanlı hanedanının ilk padişahı Osman’la başlamış ya da Osmanlı tarihi İslâm tarihinin bir bölümü olarak kaleme alınmıştır.



Bu eserlerde İslâm öncesi Türk tarihi ile ilgili herhangi bir bölümün olmaması, Türk tarihinin Osmanlı tarihi ile sınırlı olduğu gibi bir izlenimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarına gelindiğinde İslâm öncesi Türk tarihine ait bilinenler yok denecek kadar azdı. Buna ilaveten yazılan tarihlerde milliyet bilinci yer almadığı gibi daha ziyade ümmet temeli işlenmişti.  Mustafa Kemal bu tarih yazıcılığındaki büyük eksikliği dikkate alarak  milli bir tarih yazma sürecinin de başlatılması gerekliliğine inanıyordu.  Bu nedenle dikkatini İslâmiyet öncesi Türk tarihine yöneltmiş ve Türk Tarih Tezi ortaya atılarak bu konuda önemli gelişmeler sağlanmıştır.



« Son Düzenleme: 08 Ocak 2016, 23:05:27 Gönderen: @ynur »

Konuyu sosyal ağlarda paylaş

Ana sayfaya dön

  • Admin
  • Profesyonel
  • *
  • İleti: 7966
  • Konu Sayısı: 4292
  • Teşekkür Puanı : 512
  • forumsonbahar
tebrikler Ellerine  emgine saglik Tesekkür ederim

  • Kurucu
  • Profesyonel
  • *
  • İleti: 11303
  • Konu Sayısı: 405
  • Teşekkür Puanı : 1563
  • forumsonbahar
yorum yapan yüreğine sağlık  thankss0